1 Nisan 2010 Perşembe

Birey-Toplum-Özgürlük... Deneme

Okulda defterime, Sırama ağaçlara
Yazarım adını…


Devamını içinizden getirdiğinize, mırıldandığınıza eminim!

Evet okulda sırama yazdım. Ama temizlik teftişi öncesi tüm yazdıklarımı yine bana temizlettiler.

Demek ki sıraya yazmakla, kazımakla özgür olma arasında bir bağ yok! Hatta şahsen bir cezadan dahi bahsedebilirim!

Uzun süre özgürlük deyince aklıma Richard Bach ve muhteşem kahramanı Jonathan Livingstone gelmiştir. Martı…

Dalgalı sergüzeşt dönemlerimde özgürlük benim için sonsuz gökyüzünde alabildiğince kanat çırpabilmek, gönlümce uzaklara uçabilmek, hesapsız yaşayabilmekti.

Ben olmaktı.
Birey olmaktı.
Bağımsızlıktı.

Acaba ne zaman böyle özgür olabilirim diye kendi kendime soruyordum…
Babama efelendiğim dumanlı zamanlardı.
“Ah bir onsekizime gireyim siz o zaman görürsünüz.”
Cevap her daim hazırdı;
“Bekleme o kadar. Hemen topla bavulunu! “

Zamanla insan değişiyor, düşünceler değişiyor… Sorular da değişiyor.

Şairin dediği gibi;
“Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı”

Peki şimdi?
Bireyin özgürlüğü nerede başlar, nerede biter? Toplum özgürlüğü hangi noktada bayrağı bireyden devir alır? Bireyin özgürlüğü ile toplumun özgürlüğü arasında nasıl bir ilişki vardır?
Özgürlük kısıtlanabilir mi?
Yani artık farklı sorular soruyorum.

Bu konu üzerine düşünmeye başlayınca aklıma hepimizin bildiği en basit soru geldi.
Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?

Doğrusu ben her zaman bireysel özgürlüğü savunan birisi oldum. Hatta bu yüzden bazı durumlarda yakın çevrem ile fikir ayrılığı yaşadığım, yadsındığım dahi olmakta.

Birey olarak akıl ve hikmet sahibi bir kişinin kendi özgür iradesi ile karar alabilmesi, uygulayabilmesi ve sonucuna katlanabilmesi gerekliliğine inanmaktayım.
Eski hikaye aslında; sonunda her koyun kendi bacağından asılıyor!

Burada sonuca katlanabilmekten bahsediyorsak, alınacak kararda da maksimum özgür olmak şartını kabul etmeliyiz. Önceden belirlenmiş, bireye tevdi edilmiş seçenekler arasından yapılacak seçim sadece eşitler arasından ehven-i şer’in seçilmesi olabilir.

Kanımca bireye içlerinden özgürce seçim yapabileceği maksimum sayıda seçenek sunmak ideal toplumun görevi ve sorumluğudur.

Peki nedir toplumun sorumlulukları?
1)Eğitim… Birey, ancak seçeneklerinin neler olduğunu, anlamlarını, sonuçlarının nereye varabileceğini biliyorsa yapacağı seçim ve alacağı kararlar sağlıklı olabilir.

Yani toplum bireyin eğitiminden sorumludur!

2)Atmosfer… Birey seçimlerinden ve bunların sonuçlarından ayıplanmıyorsa, kendisine ve kararlarına değer veriliyorsa özgürce karar verebilir.

Toplum bireyin başlı başına bir değer olduğunu kabul ediyor ve bunu kendisine hissettiriyorsa.

3)Ortak değerler… Birey kendi özgürlüğünün sınırlarını biliyor, nerede toplumsal tepkinin başlayacağından haberdar ise özgürlük oyun alanı yaratılmış demektir.

Üzerinde el sıkışılmış yazılı-yazısız ortak değerlerin yaratılması.

4)Devrim… Yukarıda yarattığımız ortak değerler sınırının her zaman esneyebileceği, dışa doğru esnetilmesi gerektiği, gelişim ve değişimin buradan geçtiğini ve buna devrimsel özgürlük dendiğini birey ve toplum kabul ediyor olmalı.

Bütün bu maddeleri özetlemek için Voltaire “Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi özgürce söylemek özgürlüğünüzü sonuna dek savunacağım” demiş.
Ben bu cümlede hem o devrimci söylemi, hem özgürlüğü hem de eğitilmiş insan aklının izlerini sürebiliyorum.

Özgürlük bireysel ve toplumsal anlamda ve her alanda yaşayan, soluk alan, gelişen sosyal bir olgudur. Ancak ve ancak nefes almasını sürdürdükçe gelişebilir.
Kesintiye uğradığı zamanlarda özgürlük ancak özlem ile anılır ve tekrar eski seviyesine çıkması ne yazık ki inişi kadar hızlı olmaz.

Bu önermeyi hem zihinsel özgürlük hem de fiziksel özgürlük için söylüyorum.

Toplum aslında yukarıda saydığım dört ana maddeden sonuncusu için her daim tedirgin olmuştur.

Devrim ve değişim; Mevcut statik durumun değişmesi, yeni dengelerin oluşması ve “süresiz süreli belirsizlik” anlamına geldiği için toplum kendini korumak için zaman zaman ve farklı coğrafyalarda özgürlükleri kısıtlama yoluna gitmiştir. Bunu bir bakıma genelin kendini özelden, toplumun bireyden koruma mekanizması diye düşünebiliriz.

Bu kendini koruma hem zihinsel – düşünsel anlamda hem de bunun yetersiz olduğuna “kanaat getirildiği” durumlarda fiziksel özgürlükleri kısıtlamak olarak hayata geçmiştir.

Kaderin cilvesi, özgürlüğü kısıtlanan birey hem topluma daha fazla baş kaldırmış, hem de daha verimli, eleştirel, korkusuz, özgürlükçü fikirler - eserler yaratmıştır. Toplum kendini korumaya çalışırken kendisi için tehlike olarak gördüğü tehlikesi katsayını arttırmıştır.

Bir başka örnek de Emile Zola’dan vermek istiyorum, meşhur Dreyfus davası…

Kısaca özetlemek gerekirse; 1894 yıllında Yüzbaşı Dreyfus ajanlık ile suçlanmış, mahkeme kararı ile rütbesi sökülmüş ve sürgüne gönderilmiştir.

Emile Zola Dreyfus’un suçsuzluğuna kani olunca 1 Ocak 1898 tarihli L’Aurore gazetesi ilk sayfasında Fransa Cumhurbaşkanı’na hitaben, “Suçluyorum!” Başlığı ile Dreyfus’u yargılayanlar, mahkum edenler ve bu kararı destekleyen herkes hakkında tek tek suçlamalarını dile getirmiştir. İki tam sayfa.

Bir tarafta birey olarak Emile Zola, diğer tarafta karar vermiş, kararından her ne pahasına olursa olsun dönmemek üzere direten düzen-toplum.
Emile Zola’ya birey olarak bu özgürlüğü veren, aşılayan bu yönde eğiten toplum sonunda Emile Zola’yı da yargılayıp mahkum etmek pahasına kararında diretmiştir.

Seneler sonra, 1906 yılında Dreyfus aklanmış ve kendi süvari birliği önünde Legion d’honneur nişanı ile onurlandırılmıştır.

Sonuç olarak ben bireysel özgürlüğün güvence altına alındığı, desteklendiği durumlarda toplumsal ilerlemenin daha hızlı yaşandığını düşünüyorum.

Sonuçta birey toplumu iterken toplum da bireyi çekmekte!

Ya da tam tersi… Ama sonuç aynı.

Başladığım şiiri bitireyim…
Geri gelen sağlığa, Geçen her tehlikeye
Bir sözün çoşkusuyla, Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum haykırmaya
Ey özgürlük!

Karalama

Atitila İlhan ağbim ne güzel demiş...

elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
...
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
...
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni.

bazen kısa cümleler, daha öz ve daha net oluyor.
paragraflar boyu anlatmak istediklerimiz iki kısa cümle, iki kısa beyit ile daha güzel özetleniveriyor.

bazen anlatabildiğimizi zannediyoruz.
ama sadece zannediyoruz.
gel gör ki içimiz başka kabarıyor, kelimeler başka akıyor.
bu zamanlarda Attila İlhan'a ihtiyaç duyuyor insan.
Gel de anlat Attila ağbi.
Ben beceremedim, sen tercüman ol bana...

son söz:

hayat; sen ilerisi için plan yaparken yaşadıklarındır.