Eveet, Yasemin (Yaso) büyüdü.
Gökhan zaten hiç büyümiycek, bunu biliyoruz!
Geçen gün Büyük Yaso ile babası Gökhan beni Bostancı'da LunaPark'a davet ettiler. Sağolsunlar...
Bir LunaPark her zaman tehlikeli ve heyecanlı olabilir de, Bostancı'da her gün yanından geçtiğimiz, içinde neredeyse kimseyi görmediğimiz yer değil mi burası. Olsa olsa ne olabilir ki?
Yaso gidiyoruz deyince anında takım elbiseyi çıkartıp, kot + t'shirt moduna geçip, "önce yemek yiyelim, karnımız aç" havasına girdik.
Safız galiba!
Yada LunaPark kültür eksikliği diyelim...
Efendim pideleri, ayranları bir güzel gömdük. Sonra ver elini Bostanci.
Cengaver Göky adam başı 3 bilet alırken ben halen saf saf sağa sola gülüyordum galiba!
Yaso'dan önce RollerCoaster hedefini aldık ve tereddütsüz atıldık önlere.
Yaw burası Bostancı, acaba sağlammıdır bu gavur icadı Roller olan alet?
Artık çok geç, bindik ki!
Ve galiba bunu bir tek ben düşünüyorum!
Kendimi bir anda Kartal-Kadıköy minibüsleri üstünde, yukarı-aşağı serbest salınım yaparken, kendi etrafımızda dönerken buldum.
Aman Alllllaaaaaaaaaammmmm...
Pideler, ayranlar, minibüsler, serbest düşüşler ve benim feryatlarım....
Ben cazgırlık yaptıkça Yaso dört köşe bana gülüyor...
Benim bindiğim koltuk boşlukta mı uçuyor ne!
O cengaver Göky "bu eskiden böyle değildi!" diye sanki güç verecek bize!
Ben önce Yaso'nun mu yoksa Göky'nin üstüne mi kussam????
Ve durduk...
(https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=2GrKkGE3vrU)
10 adım attık, Yaso'dan yeni hedefi aldık: Gondol!
Yaso bir üzüldü ki sormayın.
Neymiş efendim en başlardaki koltuklar tutulmuuuşşşş :-(
Ağlasam mı, gülsem mi, bayılsam mı?
En ortanın, en ortasına kuruldum.
Tüm koruma niyetindeki kemerlere, halatlara kendimi bağladım ve gözlerimi kapadım.
Bittiğinde gözlerimi açamıyordum!
Çok sıkmışım göz kapaklarımı...
Bunun adı Gondol olsun, Vondol olsun fark etmez, insan evladına yapılmış en büyük eziyettir!
Bunu fazla yazmıyorum, muhteşem Yaso'nun çekimleri ve Göky'nin seslendirmesi ile saniye saniye eklidir...
Kısa Kusmuk isimli "gençlik-korku" filmi denemesi formatında!
http://youtu.be/LsdvOAszngY
Bir sonraki Bostancı LunaPark denememize bekleriz...
24 Ağustos 2013 Cumartesi
7 Ağustos 2013 Çarşamba
Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, melekler kanat çırparken geniş bir alan içinde, ben çok çok küçükmüşüm.
Azığımız azmış, anam kızmış.
Dedem eşikte, ninem beşikteymiş.
Anam dedem ağlar dedemi sallarmış, ninem ağlar ninemi sallarmış.
Bu sırada bir ses gelirdi tavandan, ben tavana çıkardım. Orada bulurdum bir sandık. Açardım sandığı, içinde kırk anahtar.
Alırdım elime birini sarıdır diye, bir kapıya varırdım yalıdır diye, açardım kapıyı aradığım yer buradır diye, bir hasır çıkardı karşıma, basardım üstüne halıdır diye, halı uçmaya başlamaz mı.
Uçardım uçardım, Istanbul'a konardım.
Sene vardı 1992.
Mevsimlerden yaz, aylardan Temmuz.
Sıcak hava, yapar insanı hasta. Alışamayan Ankara'lı erir, olur pelte.
Anne-baba gelirdi o zamanlar. Kalırlardı günler, haftalarca.
Taşırdılar beni evden eve, maceradan maceraya.
Kardeşlerim gelirdi, İstanbul nedir görmeye, arkadaşlarıyla felekten saatler, dakikalar çalmaya.
Seneler geçti üstünden, taa ki geriye bakınca anladık.
Gönül aynı telde, seneler geçsede.
Hala vakit var ki, sene sanki yine '92. Sokakta muhabbet kuşu, alıp eve getirmem için beni bekliyor.
Eve girdim, evden çıktım.
Yine taşındım.
Kendi kendime, kimseye haber vermeden.
Baktım Ankara'da da benzer hikayeler yaşanıyor.
Hep sorduk belki, ama arada vardı yarım gün yol.
En sonunda geçen gün, üçüncü kardeşi taşıdık.
İki kardeş eliyle.
İş bitti, balkonda üç kardeş, kardeş elinden, muhteşem bir makarna yedik.
İşte o an...
Düğümlendi sanki.
Artık en fazla üç olabileceğiz.
Anne-baba Ankara'dan idare etse, destek verse de,
Aslında yalnız olacağız.
Keşke keşke keşke.... uzar gider bu keşkeler.
Keşke, hiç olmasa bu keşkeler...
Gökten üç elma, üç kardeşe düştü.
Üç kardeş, kapıştı. Birbirlerine gülerek ısırdılar elmaları.
Satmışım anasını dediler. Elmanın da, senelerinde....
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, melekler kanat çırparken geniş bir alan içinde, ben çok çok küçükmüşüm.
Azığımız azmış, anam kızmış.
Dedem eşikte, ninem beşikteymiş.
Anam dedem ağlar dedemi sallarmış, ninem ağlar ninemi sallarmış.
Bu sırada bir ses gelirdi tavandan, ben tavana çıkardım. Orada bulurdum bir sandık. Açardım sandığı, içinde kırk anahtar.
Alırdım elime birini sarıdır diye, bir kapıya varırdım yalıdır diye, açardım kapıyı aradığım yer buradır diye, bir hasır çıkardı karşıma, basardım üstüne halıdır diye, halı uçmaya başlamaz mı.
Uçardım uçardım, Istanbul'a konardım.
Sene vardı 1992.
Mevsimlerden yaz, aylardan Temmuz.
Sıcak hava, yapar insanı hasta. Alışamayan Ankara'lı erir, olur pelte.
Anne-baba gelirdi o zamanlar. Kalırlardı günler, haftalarca.
Taşırdılar beni evden eve, maceradan maceraya.
Kardeşlerim gelirdi, İstanbul nedir görmeye, arkadaşlarıyla felekten saatler, dakikalar çalmaya.
Seneler geçti üstünden, taa ki geriye bakınca anladık.
Gönül aynı telde, seneler geçsede.
Hala vakit var ki, sene sanki yine '92. Sokakta muhabbet kuşu, alıp eve getirmem için beni bekliyor.
Eve girdim, evden çıktım.
Yine taşındım.
Kendi kendime, kimseye haber vermeden.
Baktım Ankara'da da benzer hikayeler yaşanıyor.
Hep sorduk belki, ama arada vardı yarım gün yol.
En sonunda geçen gün, üçüncü kardeşi taşıdık.
İki kardeş eliyle.
İş bitti, balkonda üç kardeş, kardeş elinden, muhteşem bir makarna yedik.
İşte o an...
Düğümlendi sanki.
Artık en fazla üç olabileceğiz.
Anne-baba Ankara'dan idare etse, destek verse de,
Aslında yalnız olacağız.
Keşke keşke keşke.... uzar gider bu keşkeler.
Keşke, hiç olmasa bu keşkeler...
Gökten üç elma, üç kardeşe düştü.
Üç kardeş, kapıştı. Birbirlerine gülerek ısırdılar elmaları.
Satmışım anasını dediler. Elmanın da, senelerinde....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
son söz:
hayat; sen ilerisi için plan yaparken yaşadıklarındır.