7 Ağustos 2013 Çarşamba

Bir varmış, bir yokmuş. 
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, melekler kanat çırparken geniş bir alan içinde, ben çok çok küçükmüşüm. 
Azığımız azmış, anam kızmış. 
Dedem eşikte, ninem beşikteymiş. 
Anam dedem ağlar dedemi sallarmış, ninem ağlar ninemi sallarmış. 
Bu sırada bir ses gelirdi tavandan, ben tavana çıkardım. Orada bulurdum bir sandık. Açardım sandığı, içinde kırk anahtar. 
Alırdım elime birini sarıdır diye, bir kapıya varırdım yalıdır diye, açardım kapıyı aradığım yer buradır diye, bir hasır çıkardı karşıma, basardım üstüne halıdır diye, halı uçmaya başlamaz mı.
Uçardım uçardım, Istanbul'a konardım. 
Sene vardı 1992.
Mevsimlerden yaz, aylardan Temmuz.
Sıcak hava, yapar insanı hasta. Alışamayan Ankara'lı erir, olur pelte.
Anne-baba gelirdi o zamanlar. Kalırlardı günler, haftalarca.
Taşırdılar beni evden eve, maceradan maceraya.
Kardeşlerim gelirdi, İstanbul nedir görmeye, arkadaşlarıyla felekten saatler, dakikalar çalmaya.
Seneler geçti üstünden, taa ki geriye bakınca anladık.
Gönül aynı telde, seneler geçsede.
Hala vakit var ki, sene sanki yine '92.  Sokakta muhabbet kuşu, alıp eve getirmem için beni bekliyor.
Eve girdim, evden çıktım. 
Yine taşındım.
Kendi kendime, kimseye haber vermeden.
Baktım Ankara'da da benzer hikayeler yaşanıyor.
Hep sorduk belki, ama arada vardı yarım gün yol.
En sonunda geçen gün, üçüncü kardeşi taşıdık. 
İki kardeş eliyle.
İş bitti, balkonda üç kardeş, kardeş elinden, muhteşem bir makarna yedik.
İşte o an...
Düğümlendi sanki.
Artık en fazla üç olabileceğiz.
Anne-baba Ankara'dan idare etse, destek verse de,
Aslında yalnız olacağız.
Keşke keşke keşke.... uzar gider bu keşkeler.
Keşke, hiç olmasa bu keşkeler...

Gökten üç elma, üç kardeşe düştü. 
Üç kardeş, kapıştı. Birbirlerine gülerek ısırdılar elmaları.
Satmışım anasını dediler. Elmanın da, senelerinde....

Hiç yorum yok:

son söz:

hayat; sen ilerisi için plan yaparken yaşadıklarındır.