7 Eylül 2014 Pazar

Turgut Uyar (Denge)

15 Şubat 2012'de bu başlığı yazmış, içini boş bırakmışım.
Bazı duygular, fikirler, düşünceler için zamanın aslında önemi yokmuş.
İki buçuk sene sonrasında da ne yazabileceğimi biliyorum bu başlık altına.

Seneler önce Nazım'ın dizelerini Zülfü'den dinlerken, şarkıda bir terslik olduğunu düşünmüştüm.
"Mutlu aşk yoktur" diyordu Usta.
O zaman bana çok saçma, çok anlamsız gelmişti.
Olur mu öyle şey, demiştim.
Çok toymuşum! Usta ile aşık atmaya çalışmışım!

Seneler sonra Türkü, beni Turgut Uyar ile tanıştırdı.
Meğer dinlemişim bu satırları Sezen'den, ama bilmezmişim kimin şiiri olduğunu.

"Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı" demiş Turgut Usta. 

Olur mu böyle hava durumu gibi insan!
Olur... Bal gibi olur...
Olmaz diyenden korkun!

Aslında, Ankara bozkırından çıkıp, 
Istanbul derin mavisi içinde,
Yeni aşka yelken açan bir kalbin sahibi olarak,
Usta bu dizeleri yazmasa, bizler çok şey kaçırırdık.

Dört Günlük Bir Şey

Bir gün, bir güneş vakti,
İnce kabuğunu kıran insan,
Daha ilk nefesini almadan,
Dört günlük bir şey için,
Sanki dört asır sürecek düşüncesi ile,
Bir rüya peşine,
Fersah derinlere dalmaya çalıştı...

Kim bilecekti ki dört günlük bir şey olacağını!

5 Haziran 2014 Perşembe

Kraliçe'nin Köprüleri

2013 Aralık... Altı gün...
Cambridge, Hull, York, Manchester, Liverpool, Birmingham, Bristol, Bath,

Bu sefer degisiklik yaptım. Gatwick'e indim.
Gördüm ki Gatwick'den de Kraliçe'ye varılıyormuş.

Sağdan direksiyonu test ettim.
Ne faydası var hala anlamadım ama ciddi ciddi yolun solundan akıyor trafik... ve sanıldığı kadar da zor değil. Yeter ki kurallara uyma konusunda asilik yapmayın. Aksi takdirde tüm trafik birleşip üstünüze gelmeye başlıyor!

Hull: Hayalet şehir gibi. Tüm şehir önce bizi görünce panikledi, çocukları evin içine aldılar.
Sonra turistler gelmiş deyip, rahatladılar!
Ama sordular; neden buraya geldiniz? Az zorlandık açıklamada. Bira dedik, pub dedik, ölüyü diriyi bitirdik burası kalmıştı dedik...
En önemlisi köprü dedik! Humber Bridge... yoksa bilmiyormusunuz dedik.

Yattık, kalktık, yollara düştük...
York... Bizim Bodrum gibi.
Ya da Istanbul sur içi gibi ))))
Biraz daha mı iyi korunmuş ne!
Betty illa tutturdu, bize çaya gelin.
1936'da açmışlar mekanı. Biraz geç kaldık ama geldik işte, hayırlı olsun, uzun soluklu olsun dedik!

Manchasteeer... Aradan geçen 10 seneye rağmen sanki hala aynıydı.

Liverpool... Bunca zaman ıskalamışım. Gidin!
Cavern'e uğrayın. Mabet'miş, hacı oldunuz dediler.
Biralıyoruz, müzik dinliyoruz. Yanımızda en az 70 yaşında bir pinpon, masa altından kutu bira çıkartıp, masa üstünde bardağı tamamlıyor.
Acıdım adama. Hal hatır sorasım geldi.
Meğer bizim pinpon buranın müdavimiymiş. Kimleri dinlememiş ki burada; The Beatles, The Rolling Stones, The Kinks, Macca... daha ne diyim! "Benim son otobüs kaçmadan yakalıyım" dedi. Tüm personelle ve müzisyenler ile hasbıhal etti ve evinin yolunu tuttu!

Birmingham.
2013 yılında 2007 Nisan, James konseri anılarıyla içinden geçip gittik...

Bristol... Gidin.
Öncelikle keyifli akşamları için gidin.
İkincisi "Kraliçe'nin köprü"sünü görmek için gidin. Clifton Suspension Bridge

Bath; sanki Roma'da geziyorsunuz, dar sokaklardan aniden Roma meydanlarına çıkıyorsunuz.

Ve Gatwick. Arabayı teslim edelim de dönüşe geçelim...
Her tatil kısadır!

Angara'nın Bagları (Ankara'nın Dikmeni...)

Durun buraya istifra edicem... Ortaya çıkartıcam her şeyi.
Yirmi sene öncesinin ve sonrasının Ankara kıyası ancak böyle sonuçlanır!

Başkenti 20 sene önce birakıp Istanbul'a giden ben, Istanbul'da katıldığım bir eğitimde, İstanbul dışında her yerin "taşra" olduğunu öğrendim. Şok olmuştum!
Finans ve bankacılık dünyasında bunun bir gerçek olduğunu sonra öğrendim ama heyhat gençliğim taşrada geçmiş...

Şimdi eskiyi düşünüyorum ve bugün gördüğüm Ankara ile kıyaslıyorum.
Şunu görüyorum: O zamanlar Ankara nezihti.
Yoksa ben mi nezih ruh halindeydim? Yok yok, Ankara nezihti...

Ankara her 3-4 senede bir belediye başkanını yeniliyordu. Vedat Dalokay, Ali Dinçer, Süleyman Önder sıralarını savmış, ben Murat Karayalçın'a kenti bırakıp çıkmıştım.

Ve o zamanlar Ankara bir şehirdi. Köyden hallice, kasaba bozması asla değildi.
Bir bütün olarak Ümraniye tarzı dönüşümü ufukta dahi gözükmüyordu.

"Ankara'nın en güzel yanı Istanbul'a dönüşüdür" deyişi henüz tarafımca daha test edilmemişti. Bunun bir hurafe olduğuna kayıtsız şartsız inanıyordum.
Hatta ve hatta "tatil yerlerini Ankara'lı keşfeder Istanbul'lu mahveder" deyişi benim için ilk sıradaydı.

Arabalar azdı ve yayaların üstüne gelmiyorlardı...
Sokaklarda temiz insanlar temiz Türkçe konuşuyordu... Garip Angara lehçeleri yaratılmamıştı.

Daha ne diyim.
Kısa kesiyim: Sözün özü, Ankara'nın ırzına geçilmiş... Yazık olmuş.

son söz:

hayat; sen ilerisi için plan yaparken yaşadıklarındır.